9 Ocak 2016 Cumartesi

Netflix Türk TV’lerini bitirecek

Netflix CEO’su Reed Hastings Türk televizyonlarının sonunu getiren adam mı olacak?

1. Netflix’in Türkiye pazarına girmesi, bir saatte yedi bin üye toplaması hali hazırda bu servise, korsanın cenneti olsak bile, ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Türkçe altyazı, dublaj seçenekleri illaki gelecektir yakın zamanda, o zaman kuşkusuz abone sayısı daha da artacak.
2. Silikon Vadisi’nden çıkıp da geleneksel sistemleri tehdit eden servislere İngilizcede ‘disruption’ deniyor; verdikleri rahatsızlıktan hiç de özür dilemiyorlar. Kuşkusuz Netflix’in varlığı Türkiye’de de uzun vadede rahatsızlık yaratacak televizyon sistemi için. Bu platform sadece eski dizileri, filmleri bir kütüphane olarak sunmuyor artık. Bizzat var olan televizyon sistemine karşı bir alternatif geliştiriyor.
3. DVD kiralama servisi olarak başlayıp video dükkanlarının sonunu getiren Netflix’in şimdiki en büyük hedefi kendi prodüksiyonlarını çoğaltmak. “House of Cards”la geleneksel televizyon izleme alışkalığını yerle bir ederek bir dizinin bütün sezon bölümlerini aynı anda yayınladılar. Bu bir geleceğe dönüştü artık Netflix’te. Çünkü izleyici yeni bölüm için beklemek istemiyor.
4. Netflix’in kendi prodüksiyonlarından bazıları başarısız oldu, bazılarıysa çok başarılı. Mesela bu sene Aziz Ansari’nin dizisi “Master of None” herkesin dilinde, aynı şekilde “Making a Murderer” belgeselini de nefeslerini tutarak izledi insanlar. Sadece dizi değil, film işine de girdi Netflix ve İdris Elba’nın, Adam Sandler’ın oynadığı sinema fimlerinin yapımcısı oldu. Bir Netflix dizisinin kâr etmesi için 200 bin izleyici gerekiyor. 70 milyon aboneli bir serviste hiç de zor bir hedef değil.
5. Düşünün şimdi: Üç saatlik bayat Türk dizileri, çarpık bir televizyonculuk sistemi, yaratıcılıktan uzak, izleyenin zekasını aşağılayan kötü dizilerle dolu bir sisteme Netflix kendi prodüksiyonuyla katılsa… Polis müdüründen dönme ya da muhasebeci bozması yetersiz televizyon müdürlerinin keyfine, pazardan açık deterjan alan izleyicinin talebine değil de, rafine zevklere hitap eden yapımlara imza atsa… Kaçınılmaz olarak Netflix yerli prodüksiyon işine girecek. O zaman işte ortalıktan tanrı gibi gezinen yapımcıların da, televizyon genel müdürlerinin de sonu olacak. Belki de televizyon sistemi normalleşecek, dizi oyuncuları köle olmayacak. Çıta yükselecek.
6. RTÜK sansürünün olmadığı, reklama bağımlı olmayan bu yapı Netflix’te yaratıcılığın da kapılarını açacak. Kuşkusuz zaman alacak, ama öyle 20 yıl da sürmeyecek bir değişim. Agresif bir şekilde piyasaya girecekler, büyüyecekler ve Digiturk’ü de, alışılagelmiş kanalları da rahatsız edecekler. ABD’de yerleşik kanallar hâlâ iyi ve kaliteli içerik sunduğu için rekabet daha ağır koşullarda ilerliyor. Türkiye’de ise televizyon gerçek bir aptal kutusu, Netflix’in her yapacağına karşılık verecek bir alıcı mevcut.

Jeff Koons’un meşhur Balon Köpeği The Broad’da sergileniyor.

Yeni başlayanlar için modern sanat

Best of Müze!

İşa­da­mı Eli Bro­ad 2015 yı­lı iti­ba­rıy­la For­bes Der­gi­si­’nin dün­ya zen­gin­le­ri lis­te­sin­de 65. sı­ra­da yer alı­yor. He­men he­men bü­tün ul­tra-zen­gin­ler gi­bi Bro­ad’­ın da meş­hur bir sa­nat ko­lek­si­yo­nu var bu­nu ka­mu­oyuy­la pay­laş­ma­yı bir tür gö­rev bi­li­yor. Zen­gin­le­rin va­kıf, mü­ze, ga­le­ri açıp çe­şit­li ver­gi oyun­la­rı yap­ma­sı­nı bir ya­na bı­ra­kır­sak… Top­la­dık­la­rı sa­nat eser­le­ri­ni ser­gi­le­me­le­ri bir tür suç­lu­luk duy­gu­su­nun ürü­nü mü, yok­sa ger­çek­ten sa­na­tın pay­la­şı­la­rak mı se­vi­le­ce­ği­ni dü­şü­nü­yor­lar aca­ba?
Oy­sa Ste­ve Job­s’­ın böy­le bir der­di hiç yok­tu… Hat­ta pa­ra­sı­nı ha­yır ku­rum­la­rı­na bi­le ba­ğış­la­mak ak­lın­dan geç­mi­yor­du. Jobs kuş­ku­suz dün­ya­nın en iyi in­sa­nı ya da bir me­lek de­ğil­di. Ama ya­rat­tı­ğı ürün­ler­le ha­ya­tı­mı­zı de­ğiş­tir­di. Mü­ze açıp va­kıf ku­ran bir­çok zen­gi­ne kı­yas­la da­ha çok et­ki­si ol­du gün­de­lik ha­ya­tı­mı­za, ya­şa­yış tar­zı­mı­za. Han­gi­si da­ha de­ğer­li aca­ba?

The Broad müzesi Los Angeles’a apayrı bir hava getirdi.

Eli Bro­ad’­ın ken­di so­ya­dı­nı ta­şı­yan mü­ze­si­ni Los An­ge­le­s’­ta ge­zer­ken ak­lım­dan bu so­ru­lar ge­çi­yor­du. Zen­gin­ler sa­nat üze­rin­den bi­ze hiz­met mi ve­ri­yor, yok­sa ken­di güç­le­ri­ni bir kez da­ha hal­ka mı ser­gi­li­yor?
The Bro­ad, Los An­ge­les şe­hir mer­ke­zi­ne ye­ni bir ha­va ka­tan çok gü­zel bir mü­ze. 140 mil­yon do­la­ra mal olan bi­na­yı New York­lu mi­ma­ri fir­ma Dil­ler Sco­fi­di­o + Ren­fro ta­mam­la­dı. Fir­ma Mo­MA­’nın tar­tış­ma­lı ge­niş­le­me pro­je­si­ni de üst­len­miş du­rum­da; kom­şu bir baş­ka mü­ze sırf Mo­MA da­ha bü­yük ol­sun di­ye yı­kı­lı­yor ve ne ya­zık ki al­ter­na­tif çö­züm bu­lu­na­ma­dı.
The Bro­ad bir an­lam­da mo­dern sa­na­ta gi­riş der­si gi­bi bir mü­ze. Ca­hil­se­niz si­ze hiç­bir şey ifa­de et­me­ye­cek. Ama bi­raz ora­dan bu­ra­dan sa­nat­çı adı duy­duy­sa­nız, bil­gi­ni yü­zey­sel­se bü­yü­le­ne­cek­si­niz. Üs­te­lik gi­ri­şi be­da­va, kuy­ruk­ta sa­at­ler­ce bek­le­me­yi gö­ze alır­sa­nız.
Bir “Best Of” da de­ne­bi­lir The Bro­ad için. Çağ­daş sa­na­tın en iko­nik par­ça­la­rı bi­r a­ra­da su­nul­muş, iz­le­ye­nin gö­zü­nün içi­ne so­ku­lu­yor. Zen­gin­ler “Ba­kın biz­de ne­ler va­r” di­ye bir­bi­ri ar­dı­na en bi­li­nen, en çok kart­pos­ta­lı ya­pı­lan, en çok fo­toğ­ra­fı pay­la­şı­lan sa­nat eser­le­ri­ni bel­li bir so­fis­ti­kas­yon ya da ahenk ol­ma­dan gös­te­ri­yor.
Jeff Ko­on­s’­un ba­lon kö­pe­ği­nin ol­ma­dı­ğı bir zen­gin ko­lek­si­yo­nu ola­bi­lir mi? Yet­me­di mi, sü­pür­ge­ler ve bas­ket­bol top­la­rı da var.
Ko­ons var­ken Da­mi­en Hirst ol­maz mı? Alın si­ze ko­yun. Alın si­ze renk­li nok­ta­lar. Da­ha ne is­ti­yor­su­nuz?
Pe­ki ya Andy War­ho­l’­un El­vi­s’­i? Mi­ke Kel­ley yok ga­li­ba dü­şü­nür­ken, o da kar­şı­ma çık­tı. Ell­sworth Kell­y’­nin dört res­mi de… Je­an-Mic­hel Bas­qu­iat, Ke­ith Ha­ring, Bar­ba­ra Kru­ger (ki ba­yı­lı­rım), Ju­li­an Schna­bel, Cindy Sher­man, Cy Twombly, Ed Rusc­ha ve de Roy Lic­hens­te­in. Baş­ka po­pü­ler sa­nat­çı kal­dı mı? Chuck Clo­se­’u unut­mu­şum; The Bro­ad unut­ma­mış, onu da ser­gi­le­miş. Ya da Va­nity Fa­ir der­gi­si­ne gö­re mo­dern sa­na­tın en önem­li ese­ri Jas­per John­s’­un Ame­ri­kan Bay­ra­ğı. Ne var­sa bi­r a­ra­da.
Doğ­ru­su ge­zer­ken bi­raz faz­la gel­di, bi­raz bo­ğu­la­cak his­set­tim. Bu ka­dar ka­la­ba­lık­ta ta­ri­he dam­ga vur­muş eser­ler an­la­mı­nı yi­tir­di.

Dünyanın girmesi en zor iki okulu: Harvard ve Stanford Business School.

Harvard-Stanford’u boşver

At diplomanı çöpe

He­men he­men hiç ku­rum­sal tec­rü­bem yok. Sa­nı­rım bir ofis­te dü­zen­li ola­rak sa­de­ce al­tı ay ça­lış­tım ve nef­ret et­tim. Ken­di­me her yer­de ça­lı­şa­bi­le­ce­ğim bir iş seç­ti­ğim için sanş­lı­yım. Ama bir o ka­dar da iş gü­ven­ce­si ol­ma­yan bir sek­tör­de ça­lı­şı­yo­rum. Her an atı­la­bi­li­rim, yıl­lar­ca iş­siz ka­la­bi­li­rim.
Yi­ne de bir bü­yük şir­ke­te tes­lim ol­mak­tan da­ha iyi. O yüz­den ben şans­lı olan­lar­da­nım.Uzak­tan göz­lem­le­ye­bil­di­ğim ka­da­rıy­la iş dün­ya­sın­da iki tür in­san var.
Bi­ri, yurt­dı­şın­da oku­muş, yurt­dı­şın­da gör­dü­ğü her şe­yi ya­şa­dı­ğı ül­ke­nin di­na­mik­le­ri­ne bak­mak­sı­zın bi­re ­bir uy­gu­la­ma­ya ça­lı­şan­lar. Han­za­de Do­ğan, yurt­dı­şın­dan ilk dö­nüp Mil­li­ye­t’­in ba­şı­na geç­ti­ğin­de ‘tek fo­toğ­raf­lı bi­rin­ci say­fa­’ olan bir ga­ze­te ta­sar­lı­yor­du. So­nun­da Mil­li­yet sa­tıl­dı.

Dünyanın girmesi en zor iki okulu: Harvard ve Stanford Business School.

Bir di­ğer iş dün­ya­sı ti­pi de, sa­de­ce yur­ti­çin­de kal­mış, do­la­yı­sıy­la yer­li ka­lıp yurt­dı­şın­da oku­yan­la­rı kü­çüm­se­yen, ken­di ye­rel dün­ya­sın­da sa­de­ce uzak­tan gö­re­rek, tak­lit ede­rek, şan­sı da ya­ver gi­de­rek bir ye­re gel­miş in­san­lar.
Ge­nel­lik­le iki tip ara­sın­da hep bir ça­tış­ma olu­yor. Eğer ye­rel ka­lan bir şe­kil­de bir ku­rum­da yük­sel­diy­se, ken­di aşa­ğı­lık komp­leks­le­rin­den do­la­yı yurt­dı­şın­dan ge­le­ni ez­mek­le baş­lı­yor.
Sağ­lı­ğı­mı­za za­rar­la­rı üze­ri­ne pek çok ka­nıt bu­lu­nan şe­ker­li içe­cek sa­tan bir fir­ma­nın yö­ne­ti­ci­si ge­çen­ler­de Hür­ri­ye­t’­e ver­di­ği bir rö­por­taj­da ar­tık Har­vard ve Stan­ford dip­lo­ma­la­rı­nı önem­se­me­di­ği­ni söy­lü­yor. Bun­lar çok önem­li de­ğil­miş onun için; han­gi ku­lüp­ler­de, han­gi sos­yal fa­ali­yet­ler­de yer al­mış, bu­na ba­kı­yor­muş.
Har­vard da, Stan­ford da, özel­lik­le iş­let­me yük­sek li­sans bö­lüm­le­ri dün­ya­nın gir­me­si en zor olan okul­la­rı. Bu­ra­lar­dan me­zun­la­rı dün­ya­nın bü­tün fir­ma­la­rı anın­da ka­pı­yor. McKin­sey gi­bi şir­ket­ler ça­lı­şan­la­rı­nı özel­lik­le bu okul­la­ra gö­tü­rü­yor.
Ama Tür­ki­ye­’de şe­ker­li içe­cek sa­tan ha­nı­me­fen­di­ye yet­mi­yor­muş bu dip­lo­ma­lar. Bu okul­la­rı bi­ti­ren ba­şa­rı­lı genç­ler ge­le­cek, bu­ra­da işe baş­vu­ra­cak ve kar­şı­la­rı­na on­la­rı be­ğen­me­yen bir in­san kay­nak­la­rı mü­di­re­si çı­ka­cak. Tür­ki­ye­’de her sek­tör ada­let­siz iş­te.
İs­ter is­te­mez me­rak et­tim ta­bi­i…
Mü­di­re ha­nım Mar­ma­ra Üni­ver­si­te­si me­zu­nuy­muş.

ADA CAN DÜNDAR

20 yılda ne değişti?
Bu pazar, PKK’nın ilk saldırısının 20. yıldönümü…
Güneydoğu’da ilk silah, 20 yıl önce, 15 Ağustos 1984’te patlamıştı.
O gece Eruh ve Şemdinli ilçelerindeki karakollar ve lojmanlara ateş açıldı. Bir er şehit oldu. 12 görevli yaralandı.
Bu tam bir baskındı ve büyük şaşkınlık yarattı.
Başbakan Özal saldırganları “2.5 çapulcu” diye tanımladı.
Öyle olmadığını anlamak, Türkiye’ye çok pahalıya mal olacaktı.
20 yıllık iç savaşta 30 bin can yitirildi.
Sakat kalanlar, öksüz kalanlar, terörle mücadeleye akıtılan paralar, çeteler, göçler, kinler de cabası… 20 yıl sonunda bugün PKK lideri hapiste…
Türk Silahlı Kuvvetleri, geç uyum sağladığı bu dişli savaş sonucu bölgeyi PKK’dan arındırdı.
Siyasi sonuçlara gelince…
20 yıl önce “Ben Kürt’üm, Türkiye’de Kürtler vardır” dediği için eski bir bakanı, Şerafettin Elçi’yi hapse koyan Türkiye, bugün resmi televizyonundan Kürtçe yayın yapıyor. Radyolarda Kürtçe müzik çalınıyor. Kürtçe öğreten kurslar açılıyor. Kürt vurgusuyla seçime giren parti ise bölge belediyelerinde yönetimde…
Bu sonuca bakıp “Savaş, bölgede temel demokratik hakları geciktirdi” demek de mümkün; “Bu haklar kan pahasına alınabildi” demek de…
Ama önemli olan şu:
Silahlar susunca Olağanüstü Hal kalkmış, kanlı bir dönem geride kalmış, bölgede demokratik açılımlar başlamış, yatırım hazırlıkları artmış, turizm canlanmış, en önemlisi halkta bir yarın umudu doğmuştu.
Bu hava, Kongra-Gel’in ateşkesten vazgeçme kararıyla bozuldu.
O günden beri Diyarbakır’dan, Şırnak’tan, Hakkari’den, Mardin’den, Van’dan, İstanbul’dan silahlı, bombalı saldırı haberleri, şehit cenazeleri, “parçalanarak ele geçirilmiş terörist” resimleri peş peşe geliyor.
Abdullah Öcalan, 1. Körfez Savaşı’ndan sonra şöyle diyordu:
“Batılılar bu bölgede Kürtlere ikinci İsrail rolü vermek istiyor. Arap alemini kuzeyden kemerleyecek, İsrail üzerindeki Arap tehlikesini hafifletecek bir rol niyetini sezmemek mümkün değil.”
Bugün bu niyet çok daha belirgindir.
O yüzden yeni bir çatışma ortamının kimin işine yarayacağını iyi hesaplayıp terörün karşısına “Hayır” diye dikilmek zorundayız. (12 Ağustos 2004)

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.

Kaynak Sözcü




Netflix Türk TV’lerini bitirecek http://habervizyonu.com/2016/01/10/netflix-turk-tvlerini-bitirecek/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder